ORDOS

AnasayfaNevzat Öntaş Dağ EviÇelik ÇomakGeçmişe ÖzlemHaberlerFotoğraf GalerileriFaydalı BilgilerSSSİletişim Giriş

Kapadokya Ultra Trail Maratonu Raporu – 25 Ekim 2014

25/10/2014

Ömür Birler

Ultra maraton koşularıyla bundan tam iki sene evvel Kıbrıs'ta tanıştım. Hayatımda tanıdığım ilk ultra maraton koşan insan Serkan Girgin oldu. 80 kilometrelik 2012 Two Castles and an Abbey Trail Ultra yarışına katılmak için Kıbrıs’a gelmiş ve 14 saate yaklaşan bir sürede bu inanılmaz rotayı koşarak yarışı ikinci bitirmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse o günlerde yeni yeni koşmaya başlamış bir insan olarak Serkan’ın yaptığı şey bende şaşkınlıkla karışık bir hayranlık uyandırmıştı. Henüz 10k koşmanın nasıl bir şey olduğunu bile hayal edemezken, dağ tepe demeden 80k’lık bir mesafeyi bitirmenin neler gerektirdiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Hatta Serkan’ın yarış boyunca ve sonrasındaki gülen yüzü ve her zaman ki hoş sohbeti olmasa böylesine bir yarışa katılmanın kesinlikle bir delilik hali olduğuna hükmedecektim. Ya da aslında dürüstçe söyleyeyim: Bence Serkan hariç geri kalan koşucuların hepsi kafayı üşütmüştü. Hangi aklı başında insan bunu yapardı ki? Bir tek bizim arkadaşımız maceraperest oluşundan ötürü böyle şeyler deniyordu 

Aradan geçen iki yıl içerisinde anladım ki aramızda eğer bir deli varsa o da aslında Serkan’ın ta kendisiydi. Ama daha kötüsü onun ve Sertan’ın deliliklerini hepimiz o kadar sevmiş olmalıyız ki, hemen hepimize bulaştı uzun mesafe koşu sevdası. Ve iki yıl sonra, tam da olması gerektiği gibi, hayatımın ilk ultra maratonunu Serkan ve Sertan’ın düzenledikleri TNF Kapadokya Ultra Trail’de koştum. Ancak bu rapor kısmen kişisel bir tecrübeyi aktarmak üzere yazılsa da, asıl amacı gönüllüsünden destekçisine, mesafe fark etmeksizin çocuk/yetişkin etkinliğe dâhil olan ORDOS-KoşAnkara ekibinin katılımını aktarmak. Çünkü bu delilik ancak toplu yaşanınca güzel.

Serkan ve Sertan kardeşler Kapadokya’da bir ultra maraton düzenlemeyi düşündüklerini söylediklerinde sanırım aylardan Mayıs’tı. Hepimiz bu fikirle çok heyecanlanmış ve her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu en başından konuşmuştuk. Organizasyonun detayları belli olmaya başladıkça bizi bekleyen yarışın hakkını verebilmek için sıkı bir hazırlık dönemine girmemiz gerektiği de ortaya çıkmıştı. 30k, 60k, ve 110k kategorilerinden oluşan TNF Kapadokya Ultra Trail maratonu her birimiz için yeni bir mesafe, yeni bir deneyim demekti. Sanırım 60k parkuru başından itibaren Gül, Erkan ve benim aklımı çelmişti. Birbirimize ve kendimize ne kadar temkinli davransak da, içimizde bir yer bu rotayı koşmaya feci halde can atıyordu. Ama yine de dikkatli davranmaya karar verip, Gül’ün hazırladığı ve 11 haftadan oluşan antrenman programı ile Ağustos ayında hazırlıklara başladık. İlk haftalarda ortaya çıkan tabloya göre aramızdan Serhan 110k’da yarışacak; Sinan, Gül, Erkan ve ben de 60k’da şansımızı deneyecektik. Bizlerin yanı sıra Ayşen, Ayşegül, Bora Maviş, Bora Balya, Ceren, Demet, Gülay, Kerem, Mehmet, Mustafa, Özgür, Serap ve Soner de 30k parkurunda yarışacaklardı. ORDOS-KoşAnkara olarak bu şahane katılımımızda sarsıntı yaratan tek olay organizasyonun 110k ve 60k parkurunu tamamlayanlara birer finisher poları verme kararı oldu. Bu kararla beraber Kerem’i de 60k’ya devşirince ekibimiz artık tamamlanmış oldu.

Yarış haftası geldiğinde artık heyecanımız doruk noktasına ulaşmıştı. Parkur boyunca neler yiyip, ne kadar su içmemiz gerektiğini; hangi kilometreler arası yürüyüp, parkurun hangi parçalarında hızlanabileceğimizi detaylı bir biçimde konuşmuştuk. Eğlenceli olan her konuşmanın heyecanımızı daha da pekiştirmesiydi. Hakikaten bu bir delilik hali olmalıydı, çünkü kendimi sanki Kapadokya’da hediye paketlerini açacak doğum günü çocuğu gibi hissediyordum. Sonunda yarıştan bir gün önce Ankara’dan kalabalık bir ekip olarak yola çıktık. Minibüsümüzde ORDOS üyelerinin yanı sıra Kertenkeleler ekibinden Banu ve Deniz, ODTÜ Orienteering topluluğundan Emre ve ODTÜ DKSK’dan iki arkadaşımız da vardı. Bir de minibüse yetişemeyip kendi araçlarıyla bize eşlik eden beş araba dolusu daha ORDOS-KoşAnkara’lı!

Ürgüp’e vardığımızda Sertan ve Serkan’ın yürüttüğü yarış öncesi bilgilendirme toplantısı başlamıştı. Hızla eşyalarımızı indirip bir yandan kayıt masasında işlemlerimizi hallederken bir yandan da Sertan’ın rota ile ilgili anlattıklarına kulak vermeye başladık. Bu iki iş arasında dikkatlerden kaçması imkânsız olan bir şey vardı: beklediğimiz üzere organizasyon dikkatli ve titiz bir çalışmanın ürünüydü. Toplantı alanından kayıt masasına, yarış öncesi makarna partisinden alanı dolduran diğer koşucu arkadaşlarımızın yarattığı atmosfere kadar her şey etkinliğin sorunsuzca geçeceğinin birer işaretiydi.

Hızlıca karnımızı da doyurduktan sonra hemen otelimize yerleştik. Otelde son bir işimiz daha vardı: Burçak arkadaşımızın İngiltere’den gönderdiği enerji jellerini ve yiyeceklerini paylaşmak J Özellikle jelibon şeklindeki enerji yiyeceklerinin çok rağbet gördüğü bu paylaşımda ertesi gün beni ayakta tutacak kafeinli jeli kaptığım için çok mutluydum. Doğum günü hediyeleri başlamıştı bile.

Gece pek iyi uyuyamamış olmama rağmen yarış sabahı dinç ve keyifli uyandım. Anlaştığımız üzere 5:30’da hepimiz kahvaltı salonunda buluşmuştuk. Dışarıda hava yeni yeni aydınlanıyordu. Belli ki güzel bir gün bizi bekliyordu. Son hazırlıklarımızı da yaptıktan sonra 6:40 gibi başlangıç çizgisine geldik. Çıkış için geriye saydığımızda aylardır hazırlandığımız macera da başlamış oldu.

Yarış öncesinde rotayı incelerken parkuru kafamda kabaca beş bölüme ayırmıştım. Bu bölümlemeleri irtifa kazandığımız ve hızlı yürüme temposunda hareket etmeyi planladığım yerlere göre çıkarmıştım. İlk parça yaklaşık 22. kilometreye kadar rahatlıkla ilerleyeceğimi düşündüğüm ve yarışın tadını çıkarmayı planladığım kısımdı. Bunu takiben Uchisar’daki ikinci istasyona kadar devam eden dört kilometrelik dik bir çıkışımız vardı. Bu kısımda yürümeyi ve kendimi dinlendirmeyi planlamıştım. Ardından 43. kilometredeki Çavuşin istasyonuna kadar süren ve düzenli olarak irtifa kaybedeceğimiz bir bölüm başlıyordu. Bunu izleyen dördüncü parçanın rotanın en zorlusu olacağını tahmin etmek işten bile değildi: Çavuşin’den Akdağ istasyonuna kadar gelen deli yükseliş. Ve bitirme isteği ile yorgunluğun iyice birbirine karışacağı 12k’lık son kısım. Bu bölümlemeleri yaparken kafamda hiçbir süre kriteri olmadığını söylemek isterim. İlk ultra maraton için ne kadar istesem de süre hesaplamalarının tutmayacağına neredeyse emindim. O yüzden yarışa hazırlanmaya başladığımız andan, son kilometrelere kadar enerjimi dengeli bir biçimde kullanabilmeyi toplam sürenin kendisinden çok daha fazla önemsedim.

Yarışın ilk bölümü olarak planladığım 22k’lık parkur tam da beklediğim gibi geçti. Birinci istasyona yaklaşık 1’:07’’’lik bir zaman dilimde vardım. Parkurun bu kısmı için gösterilen eğim oldukça makul, keyifle çıkılabilen bir formdaydı. İstasyonda fazla oyalanmadan hızla suyumu doldurup ayrıldım. O esnaya kadar beraber koştuğumuz Gül ve Erkan da gayet iyiydiler. İstasyondan yaklaşık sürelerde ayrıldık ve takip eden mesafeleri büyük oranda Erkan ile birlikte koşmaya başladık.

istasyondan ayrıldıktan kısa bir süre sonra yarış boyunca bize sahip olabileceğimiz en mükemmel desteği sağlayan Argün ve Murat’la karşılaştık. Ürgüp’ten çıkış almaları tahminlerinden uzun sürmüş ve ilk istasyonda bizi yakalayamamışlardı. Aşıklar Tepesi olarak bilinen mevkide durup geçişimizi görmek istemişlerdi. Elbette kendisi de tecrübeli bir koşucu olan Argün ve en az onun kadar tecrübeli bir destekçi olan Murat yarış kurallarının açıkça belirttiği istasyonlar öncesi ve sonrası 200m’lik mesafe kuralının farkındaydılar. Bulundukları yerden bizi alkış ve tezahüratlarla karşılayıp, bir sonraki istasyonda görüşmek üzere yola koyuldular.

Destek ekibimizin verdiği gazla keyfimiz iyice yerine gelmişti ve sanırım parkurun tartışmasız en güzel bölümü olan ve yaklaşık 10k sürecek olan vadideki inişe başlamıştık. Bu bölümle ilgi olarak ufak bir not düşmek istiyorum. Koşmak, mesafelerden bağımsız olarak hepimizin hayatına bir şeyler ekleyen bir eylem. Kimimiz dayanıklılık, kimimiz huzur, bazılarımız sınırlarını tanımak, bazılarımız ise disiplin gibi özelliklerini tanıyor koşarken. Kolaylıkla diyebilirim ki saydıklarımın hepsi benim için de geçerli. Ama yarışın bu etabını koşarken hissettiğim en güçlü duygu mutluluktu. Bir taraftan kendime henüz parkurun çok başlarında olduğumu ve beni bekleyen acılı sürprizler olabileceğini hatırlatsam da, yüzümdeki gülümsemeyi durdurmam mümkün değildi. Koştuğumuz vadi o denli güzel, çevredeki diğer koşucular o denli uyum içerisinde hareket ediyorlardı ki sanırım bu etap sadece Kapadokya Ultra Trail’in değil, benim için uzun mesafe koşularının tanımlayıcısı haline geldi. Varsın ileri etaplar zorlayıcı olsundu; koşmak şu anda hakikatin ta kendisiydi.

Elbette bu duygu beklediğim üzere Uçhisar’ın keskin yokuşlu ve dönüşlü parke yollarını tırmanırken beni terk etmişti bile Ama ikinci istasyona vardığımda Erkan ve Kerem’in orada olduğunu görmek beni çok sevindirmişti. Kerem’in ayak topuğunda su toplaması vardı. Bir yandan istasyondaki doktor arkadaşla birlikte ayağını sararlarken bir yandan da biraz dinleniyordu. Erkan’ın durumu ise gayet iyiydi. Vadideki etap süresinde yaklaşık üç kilometrelik bir mesafeyi yanlışlıkla Garmin’i durdurarak kayıt altına alamamıştım. O yüzden süre açısından 34 dakikalık bir eksiklik vardı kayıtlarımda. Bunu göz önüne alırsak yarışta 3’:20’’lik bir süreyi geride bırakmıştık ve ilk iki bölümü bitirmiştik. İstasyondan ayrılmak üzereyken Murat ve Argün bu defa bize yetişmişlerdi. Onlardan hızlıca ön gruptaki arkadaşlarımızın durumunu öğrendik. Serhan, Sinan, Banu ve Deniz çok iyi ilerliyorlardı. Tek can sıkıcı haber Gül’ün rotada ufak bir kaybolma yaşadığı ve vakit kaybettiğiydi. Ama o da yaklaşık yarım saat arkamızdan geliyordu. Her şey yolundaydı.

İkinci istasyonu takip eden bölümden sonra hızlı bir inişle önce Göreme’ye geldik. Bu istasyonda Ersin’in bizi beklediğini biliyordum. Ve elbette Ersin’le beraber Argün ve Murat da oradaydılar. Benimle beraber diğer koşucu arkadaşlara inanılmaz bir çabukluk ve dikkatle yardımcı oluyorlardı. Kerem ve Erkan’la aramdaki mesafe Göreme yolu boyunca iyice açılmış olmalıydı. Ama anlaşılan ikisi hala beraber devam ediyorlardı. İstasyonda gönüllü olarak görev alan bir diğer tanıdık yüz de Aykut Çelikbaş’tı. Sanırım bu kadar çok tanıdık yüzü bir arada görmekten olacak, istasyonda bir miktar oyalanmaya başladığım anda beni hafif yollu uyaran ve yola koyulmamı tembihleyen de Aykut oldu. Haklıydı, henüz işin yarısını yeni geçmiştik.

Göreme çıkışından itibaren yarışın sonuna kadar devam edecek olan mide bulantısı da başlamıştı. İlk 36k boyunca sadece bir enerji jeli tüketmiş, bütün istasyonlarda kaşar ve kola ikilisine ağırlık vermiştim. Burçak’ın koşudan önce önerdiği kola hakikaten bir şekilde çok iyi geliyordu. Ama suyuma karıştırdığım Ge-oral sodyum/şeker karışımı midemi altüst etmeye başlamıştı. Bu konuya çok önem vermemeye çalışarak yoluma devam ettim. Amacım moralimi ve enerjimi yerinde tutarak 42k’daki Çavuşin istasyonuna varmaktı. Yarışın en zorlu kısmının bundan sonra başlayacağını biliyordum.

Çavuşin istasyonuna iniş yarış öncesi bilgilendirme toplantısında Sertan’ın dikkat edilmesi gereken yerlerden biri olarak anlattığı bir etaptı. Sağ tarafta yükselen yamaçlara doğru dengemizi verip, sol taraftaki kaygan toprak zemine kapılmadan döne döne ilerleyerek istasyona vardık. Bu istasyonun tamamı ORDOS’un gönüllü ekibinden oluşuyordu. Yasemin, Nazime, Vedat ve Duygu’nun yanında süper ikilimiz Murat ve Argün’ün de orada olacağını biliyordum. Bilmediğim ise Bahar ve Fatma’nın da bizi karşılamaya bu istasyona geldikleriydi. Bahar’ı görmek ve istasyona kadar kısa bir mesafeyi beraber koşmak iyice etkili olmaya başlayan midemin rahatsızlığını bile gidermişti. Ayrıca Erkan ve Kerem de buradaydılar. Bu buluşma bildiğim en uzun mesafe olan maraton çizgisindeki Çavuşin’de her şeye bedeldi. Duygu bir yandan bundan sonraki kısımda bizi bekleyen rotayı anlatırken, diğerleri de yiyecek konusunda yarışta o noktaya kadar keşfetmemiş olduğum bir şeyle tanışmamı sağladılar: tuzlu kraker. Bütün mide sorunlarımın yanıtını bulmuş olabilir miydim acaba? Bir iki krakeri ağzıma Kapadokya Ultra Trail'in en büyük başarılarından birisi de sahip olduğu istasyon gönüllüleriydi. Yukarıda Göreme istasyonu gönüllüleri, sağda ise Çavuşin istasyonu.atıp artık bilmediğim bir mesafeye doğru ilerlemeye başladım.

42k’dan sonrasında beni bekleyen şey sadece bilmediğim bir yıpranma payı ve henüz sınırlarına aşina olmadığım dayanıklılığım değildi. Bunların üstüne her türlü direnci kıracak şekilde karşımızda yükselen Akdağ’ın ta kendisi yeterli bir meydan okumaydı zaten. Yaklaşık 8k süren bu tırmanış, parkurun benim için en zorlu kısmı oldu. Krakerler beklediğim kadar hayat kurtarıcı olmamışlardı. Mide bulantısının yanına bir de hafif bir tansiyon düşüklüğünün eklendiğini hissedebiliyordum. Bunu engellemek için sona sakladığım kafeinli jeli de yemeye karar verdim. Bulantıyı arttırmasına rağmen çıkışı bu sayede tamamladım. Son istasyon olan Akdağ’a geldiğimde fiziksel olarak sınırlarıma da dayanmıştım. Bundan sonrasında ilerlemek için tek motivasyonum artık yarışı tamamlamaktı.

Son istasyondan itibaren başlayan iniş korktuğum kadar yorucu olmamıştı. O ana kadar beni parkurun farklı yerlerinde çıkışlardan çok daha fazla zorlamış olan dik inişlere kıyasla Akdağ inişi daha yumuşak ve sabit bir eğimle ilerlemişti. Asıl zorluk inişin hemen ardından başlayan ufak çıkışlarla başladı. Parkurun tamamlamak için ne kadar sabırsızlanıyor olsam da, bacaklarımın gücü büyük oranda tükenmişti. Yarış öncesi hesap etmediğim bir şekilde parkurun son kilometrelerinde yürümek canımı sıkmıştı. Bu durum 33k parkuru ile kesiştiğimiz noktaya kadar sürdü. Bir anda hareketlenen parkur benim de moralimi yerine getirdi ve beklemediğim bir güçle tekrar koşmaya başladım. Ürgüp’e yaklaştığımda bedenimin yorgunluğundan neredeyse hiç iz kalmamıştı. Bitiş çizgisine doğru inen parke sokaklarda ilerlerken tekrar yerine gelen motivasyonum Argün’ü görmemle birlikte iyice yükseldi. Demek sadece 200 metre kalmıştı. Az sonra 33k’yı başarıyla tamamlamış ve yarış alanında bekleyen diğer ORDOS’luları da görünce bütün yorgunluğum uçup gitmişti. Geriye sadece bitiş çizgisinden geçmek kaldığına göre kutlamalar başlasındı artık.

Açıkçası bitiş çizgisini geçtiğim andaki resim gerçekten de ekipçe kutlamayı hak ettiğimizi göstermekteydi. 30k parkurundaki bütün arkadaşlarımız yarışı başarıyla tamamlamakla kalmamış, Ceren, Gülay, Ayşen ve Soner kendi kategorilerinde madalyaya hak kazanmışlardı. 60k rotasında Sinan hariç, hayatlarımızın ilk ultra maratonlarını koşmuş olan Gül, Erkan, Kerem ve ben yarışı hiç bir büyük aksaklık olmadan bitirmiştik. Geriye bir tek 110k’da Serhan kalmıştı ve hemen hepimiz onun da bir aksilik olmadığı takdirde bu ultrayı tamamlayacağından emindik. Nitekim benim bitiş çizgisinden geçmemden yaklaşık 7 saat sonra Serhan da kendi kategorisinde ikici gelerek yarışı tamamladı.

Yarışın ertesi günü ise bize bütün bu macera boyunca eşlik eden küçük ORDOS-KoşAnkara’lıların heyecanları ile başladı. Organizasyonun belki de en eğlenceli kısmı olan Çocuk Koşusuna bizi temsilen Deniz katılacaktı. 400m’lik bu şahane yarış biz göz açıp kapayana kadar onlarca çocuğun neşeli çığlıkları arasında sonlandı ve tabii ki hepimizin birincisi Deniz oldu;

Kapadokya’nın ardından bu yarışa nasıl artılar ve eksilerle geldiğimi düşündüğümde sanırım aşağıdaki noktalar durumu en iyi şekilde özetleyecektir.

Eksiklerim:

*Her ne kadar düzgün bir antrenman programı çıkarmış olsak da, bu programı takip etmekteki aksaklıklarım yarışın son kilometrelerindeki yorgunluğumu açıklayacak tek sebep. Ultralar hafife alınacak girişimler değiller. Bu yüzden hazırlık sürecindeki her eksikliğin yarışta birebir etkisi olacağını bilmem gerekirdi. *Beslenme ve sıvı tüketimi üzerine birçok kaynağı incelemiş olsam da, antrenmanlar esnasında bu konularda izleyeceğim yolları denememiş olmam ciddi bir hata. Bedenin ultra koşularda ne tür besinlere hassasiyet gösterip göstermediğini ancak deneyimle öğrenebiliriz. Bu deneyimleri yarışlarda edinmek yerine antrenmanları kullanmak daha akıllıca olurdu. *Bütün telkinlerime rağmen yarışın ilk etaplarında enerjimi dengeli kullanamadım. Daha sakin ama daha tutarlı bir tempo belirleyerek buna sadık kalmak, yarışın son etaplarında beni daha rahatlatabilirdi. *İnişlerde çok kötüyüm. Çalışılacak bir konu varsa o da yokuş aşağı nasıl koşulacağı.

Artılarım:

*Ultra koşular her ne kadar bedenin atletik dayanıklılığın gelişmesi ile ilgili olsa da, buna eşlik eden iradi dayanıklılığın önemi asla küçümsenemez. Sanırım Kapadokya Ultra Trail’de bu anlamda iyi bir sınav verdim. *Koşu boyunca bana eşlik edecek müzikleri seçme konusunda kendimi bile şaşırtacak kadar iyi bir liste oluşturabilmişim. Elimde yaklaşık 10 saatlik bir liste olduğuna göre, bir sonraki ultranın mesafesine buna göre karar verebilirim *Ultralar her ne kadar kişinin kendi iradesiyle ilgili olsa da ORDOS-KoşAnkara ekibinin inanılmaz desteği sahip olduğumuz potansiyeli bambaşka bir şekilde etkiliyor. Şurası açık ki, insanın bütün temel ihtiyaçlarını askıya alarak kalkıştığı bir ultra parkurunda vazgeçemeyeceği tek ihtiyacı kendi türdeşleriyle olan ilişkisi. Bu anlamda umarım bu rapor sahip olduğum(uz) en büyük artının ne olduğunu yeterince aktarabilmiştir.

Kapadokya Ultra Trail tüm sonuçları için: https://cappadociaultratrail.com/2014/

Anasayfa

Nevzat Öntaş Dağ Evi

Çelik Çomak Şenliği

Geçmişe Özlem Partisi

Haberler

Faydalı Bilgiler

Sıkça Sorulan Sorular

Fotoğraf Galerileri

Üyeler

İletişim